KİTAPTAN BİRKAÇ PARAGRAF

“SIFIR NOKTASI”ndan algıya dair:

…belden aşağı felç geçiren birinin, vücudunun belinden aşağı kısmını hissetmemesi örneğini ele alalım. Tüm elektrik sinyallerinin, bütün vücudumuzu bir kablo ağı gibi saran sinirler vasıtasıyla taşındığını söylemiştik. Bu felçli insanının bacaklarına dokunsanız veya iğne bile batırsanız bunu hissetmeyecektir. Uç bir örnek olacak ama o kişinin bacaklarını kesseniz bile hissetmeyecektir. Hatta o sırada gözleri kapalı ise bundan haberi bile olmayacaktır. Bunun sebebi o kişinin bacaklarından beynine giden sinirlerin, bir noktada (belinde) kesintiye uğraması ve sinyallerin bilgi-işlem merkezi olan beyne ulaşamamasıdır. Bu yüzden ne bacaklarından sinyal alabilir ne de bacak kaslarına sinyal gönderip onları hareket ettirebilir. Bu kişi için vücudunun, belinden aşağı olan kısmı yoktur. Onu sadece gözleriyle görerek ve eliyle dokunarak algılayabilir. Çünkü bu organların (göz, el) sinyallerini taşıyan sinirler belden yukarıdadır.

            Özetleyecek olursak, algıladığınız her şey tamamen elektrik sinyallerinden ibarettir. Ve tüm algılarınız, beyninizde gerçekleşir. Işıkla hiç bir zaman muhatap olmazsınız. Sesle veya maddeyi oluşturan atomlarla da… Ama sesi duyduğunuzu, ışığı gördüğünüzü, tat ve koku aldığınızı, dokunarak hissettiğinizi sanırsınız hep. Tüm bu olayların gerçekleştiği yer olan beyninize sadece ve sadece elektrik sinyalleri ulaşır.

Şundan emin olabilirsiniz ki bugüne kadar, ‘dış dünya’ olarak tanımladığınız ortam ile hiçbir direkt temasınız olmadı. Öyleyse ‘madde’nin varlığından nasıl emin olabilirsiniz?

            Bu soruya vereceğiniz cevabı tahmin edebiliyorum: “Beynimin varlığı, maddenin varlığını kanıtlar. Çünkü o bir maddedir”… Böyle mi düşünüyorsunuz? Ama durum o kadar basit değil. Bunu bir örnekle anlamaya çalışalım. Size, “beyniniz nerede?” diye sorsam, elinizi başınıza götürüp “kafatasımın içinde” dersiniz. Hatta şunu da ekleyebilirsiniz: “Bak, elim de maddeden ibaret, kafatasım da ve hâliyle kafatasımın içindeki beynim de”. Peki, beyninizi kafatasınızın içinden çıkarsak, sonra bir yolunu bulup ona birtakım kablolar bağlasak; o kabloları da gelişmiş bir bilgisayara bağlasak ve sonra, daha önceden kaydettiğimiz bir takım görüntü ve sesleri bilgisayar vasıtasıyla, doğru sinyaller olarak göndersek… Beyniniz, bilgisayarın gönderdiği sinyalleri algılayarak kendini gerçek bir ortamın içinde zannedecek. Bu ortamın, daha önceden sinyaller olarak kaydedilmiş “yapay bir gerçeklik” olduğunu asla anlayamayacak. O yapay gerçeklik içerisinde, maddeden ibaret bir ele ve kafatasına sahip olduğuna da inanacak. Ama gerçekte ne bir el, ne bir kafatası, ne de onun içinde bir beyin olacak. Var olduğunu sandığı her şey, sanal bir gerçeklikten ibaret olacak.

            Bu örnek, aynı zamanda gözlemlenebilir bir örnektir. Evet, gözlemlenebilir örnekten kastettiğim, gördüğünüz rüyalardır. Rüyanın içindeyken de gördüklerinizi de gerçek sanırsınız. Rüyanızda “beyniniz nerede?” diye sorsam, elinizi yine başınıza götürerek aynı cevabı verirsiniz. Orada da eliniz yoktur, kafatasınız yoktur ve dolayısıyla kafatasınızın içindeki beyniniz de yoktur. Rüyanıza gelip, size “aslında sizin bir beyniniz ve bedeniniz yok, sadece siz öyle sanıyorsunuz!” deseydim, bana inanır mıydınız? Tabii ki inanmazdınız. Hatta sinirlenirdiniz bekli. Ama bu bir gerçek çünkü orada gerçekten hiçbir şey yok. Peki, size bunu burada söyleseydim? ...



“SIFIR NOKTASI”ndan zamana dair:

…ayın dünyaya olan uzaklığı 354.600 km.’dir. Ve ışığın saniyede 300.000 km. hızla ilerlediğini hatırlayın. Bu, ayın görüntüsünün size 1,2 (bir onda iki) saniyede ulaşacağı anlamına gelir. Dolayısıyla aya her baktığınızda, onun aslında 1,2 saniye önceki hâlini görürsünüz.

Bu örnekleri artırmadan önce bazı terimleri tanıyalım.

1 ışık saniyesi = Işığın 1 saniyede kat ettiği mesafe = 300.000 km.

1 ışık dakikası = Işığın 1 dakikada kat ettiği mesafe = 18.000.000 km.

            1 ışık yılı = Işığın 1 yılda kat ettiği mesafe = 9.467.280.000.000 km.

“Işık yılı” terimi çoğunlukla bir zaman ölçü birimi zannedilir ama o bir mesafe ölçü birimidir. Uzayın büyüklüğü göz önünde bulundurulduğu zaman kilometreler fazlasıyla kifayetsiz kalacağı için “ışık yılı” terimini kullanmak tercih edilir.

Şimdi gelelim güneşe. Onun dünyaya olan uzaklığı 8 ışık dakikasıdır. Dolayısıyla da görüntüsü size 8 dakikada ulaşır. Yani güneşe bakacak olursanız onun 8 dakika önceki hâlini görürsünüz. Geceleri gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar ise çok daha uzaktadırlar. Burada binlerce ışık yılı mesafelerden bahsediyoruz. Diyelim ki 50.000 ışık yılı uzakta bir yıldız olsun. Ve o yıldız şuanda büyük bir kozmik patlama ile yok olsun. Siz bu olayı ancak 50.000 yıl sonra seyredebilirsiniz. Veya şöyle diyelim. 50.000 yıl sonra bir gözlemci, o yıldızın yok oluşunu seyretsin. Bunu seyrederken, o olay, o kişi için o anda yaşanıyor gibi olacaktır. Ama olay 50.000 yıl önce yaşanıp bitmiştir bile.

            Geceleri gökyüzündeki yıldızları seyrederken onların hep eski hâllerini görürsünüz. Bu yıldızların hepsi, size farklı uzaklıklarda olduğu için birçok farklı geçmişi aynı anda seyredersiniz. Peki, öyleyse zaman nedir?

            Yıldızlar da tüm gök cisimleri gibi yörüngesel hareketlere sahiptir. Yani oldukları yerde durmaz, hareket ederler. Anlayacağınız; baktığınız yıldız, gördüğünüz yerde bile değildir. Zaman ve ışık, birbiriyle çok ilişkilidir. Zaman, olayları algıladığımız sıralamaya verdiğimiz addır. Ama uzayın büyük sahasında gerçekleşen olayları seyrederken yaşadığımız “zamanı algılama karmaşasının” kaynağı ışığın hızıdır. Bu konuyu açıp daha anlaşılır hâle getirelim.

            Olaylar ışık hızına bağlı olarak iletilir. Çünkü ışık hızı, bu evrendeki maksimum hız sınırıdır. Sistem içerisindeki hiçbir madde, ışıktan daha hızlı hareket edemez. Hatta ışık hızına dahi ulaşamaz. Einstein bunu özetle şöyle açıklar. Madde hızlandıkça kütlesi artar ve ışık hızına yakın bir sınıra ulaşınca kütlesi de sonsuza ulaşır. Dolayısıyla “maddenin” ışık hızına ulaşması imkânsızdır. Enstein’ın e=mc 2 olarak formüle ettiği bu teori, o günkü klasik fizik anlayışını darmadağın eden yeni ve inanılmaz ufuklara kapı açmıştır. Birazdan bunu daha iyi anlayacağız...